KATEGORİLER
 Ana Sayfa
 Araştırmalar  
 Sınıflar  
 FAQ
 Linkler
 Bağlantılar
HASTALIKLAR
 ALZHEIMER
 BÖBREK YETMEZLİĞİ
 GDG (GMF)
 HEPATİT C
 HİPERTANSİYON
 KALP & DAMAR
 KANSER
 KANSIZLIK  
 KUŞ GRİBİ
 ŞEKER HASTALIĞI
 VEREM  
 SAĞLIK VE GIDA
 DIABET
 OMEGA
 WELNESS 1  
 WELNESS 2
 ANTIAGING  

 

 

Hepatit C

Hepatit C enfeksiyonu, hepatit C virüsünün bulaşması ve karaciğerdeki tahribatı neticesinde meydana gelmektedir. Bu virüsün C tipi dışında A, B, D, E ve G tipleri de bulunmaktadır. Sanılanın aksine cinsel yolla bulaşmamakta, bulaşma daha ziyade iğne yolu ile ilaç tedavisi görenlerde yada kan nakilleri esnasında iğne hijyenine önem verilmemesi sonucunda olmaktadır.

Hepatit C'nin aşısı yoktur. Bu nedenle de korunma yada hastalığın kontrol altına alınması aşağıda ana hatları ile değinilmiş olan uygulamalarla mümkün olmaktadır.

Hepatit C'nin en önemli zararı yukarıda da ifade edildiği üzere karaciğer üzerinedir. Karaciğer, hormonların düzenlenmesi ve bunların kana aktarımı, aktarım oranlarının ayarlanması, kan şekerinin depolanması, kan şekerinin ayarlanması şeklinde hayati görevleri üstlenmiş bir organdır. Yapısının herhangi bir nedenle bozulması sonucunda bu işlevlerini yerine getiremez ve buna bağlı olarak kan şekeri ayarlanamaz. Kişi şeker hastalığına yatkın bir duruma gelir. Çoğu kez şeker hastalarının sahip olduğu şikayetlere sahip olur. Hormonal metabolizmanın yeterince düzenlenememesi ile de hormon eksikliği yada fazlalığına bağlı gelişen sinirsel ve metabolik bir seri rahatsızlıklar belirmeye başlar. Bu hali ile Hepatit C ve tüm diğer karaciğer hastalıklarında belirtiler tipik değildir. Başka hastalık belirtilerini andırır ve kolaylıkla onlarla karıştırılabilir. Halsizlik, sabahları aşırı uyuma isteği, depresyon, endişe, göz ve deride sarılık, karaciğerin işlevini yapamamasına bağlı olarak gelişen ve deri altında safranın birikmesine bağlı olarak oluşan kaşıntı, iştahsızlık, bulantı ve kusma ayrıca düşük miktarda ateş bu hastalığın başlıca belirtileridir.

Hepatit C adı verilen virüs'ün vücuda girmesini takiben, karaciğer dokusunu oluşturan hücreler yıpranmaya, bu virüsün etkisi ile bozulmaya başlarlar. Teşhisin zaman kaybedilmeden yapılması ve gerekli önlemlerin alınması gerekir. Özellikle de vücudun doğru ve yeterli beslenmesi ile güç toplaması ve karaciğerdeki tahribatın bir an önce durdurulması gerekir. Bu yapıldığı takdirde karaciğerdeki hücreler yani tahrip olan karaciğer dokusu kendisini iyileştirebilir ve hastalıkta daha kötü sonuçlara meydan vermeksizin ortadan kalkar. Yani Hepatit C, uygun tedavi ve bakımın yapılması ile iyileştirilebilen ve karaciğerin tekrar eski sağlıklı haline döndüğü bir hastalıktır. Ancak karaciğer eski sağlıklı haline döner derken bu durumu fazla abartmamak ve tedbiri elden bırakmamak gerekir. Zira Hepatit C ya da B enfeksiyonları geçirmiş bir bireyin karaciğerindeki tahribattan iyileşme olsa da izler kalacaktır. Bu nedenle bu hastalıkları geçirmiş bireylerin ileri zamanlarda siroz gibi daha da ciddi karaciğer hastalıklarına yakalanmaması için karaciğerlerinin hassasiyetini bilip, daha dikkatli yaşamaları ve daha bilinçli beslenmeleri gerekmektedir.

Hepatit C virüsünün alınmasını takiben hastalık belirtilerinin görülmesi şeklinde bir gereklilik yoktur. Hastalık belirtileri otuz yıl sonra bile ortaya çıkabilir. Hastalık belirtileri genelde bulantı, düşük düzeyde ateş, karın bölgesi ve karaciğerin bulunduğu kısmın zayıflığı ve hassasiyeti, zaman zaman görülen sarılık, kusma ve halsizlik şeklindedir. Bu belirtiler atipik olduğu kadar, önce de değinildiği üzere hastalık etkeninin alınmasından çok uzun zaman sonra da ortaya çıkabilmektedir.

Tedavi genellikle interferon adlı bir ilaçla yapılmaktadır. İnterferon alfa-2b, interferon alfa 2a ve interferon alfacon-1 bu amaçla en çok kullanılan ilaçlardır. Interferon'un etkinliğini artırmak amacı ile virüsleri yıkımlamakta oldukça etkili olan ribavirin adlı ilaç ta ilave olarak kullanılır. Ancak maalesef interferon ve ribavirin beraber kullanımının Hepatit üzerindeki etkisi fazla olsa da endişe, yorgunluk, hassasiyet ve depresyon şeklindeki yan etkileri görülebilmektedir. Üstelik tedavi edilmemiş troid hastalığı olanlarda yada önceden depresyon şikayeti olanlarda bu tür yan etkiler olabileceği daima dikkate alınmalıdır. Kısaca diğer Hepatit vakalarında da geçerli olmak üzere Hepatit C' de ne yapılırsa yapılsın, karaciğerde az yada çok bir hasar meydana gelmiş olacaktır. Üstelik interferon ve ribavirin kombine ilaç uygulamaları şeklinde yapılan tedavinin yan etkileri de dikkate alındığında en önemli tedavinin korunma ve koruyucu gıda takviyesi ile vücudu ve karaciğeri yeniden dirençli hale getirmek olduğu ortaya çıkmaktadır. Yani karaciğerimizi hastalık geliyorum demeden, bilinçli gıda alımı ile, toksinlere, zararlı maddelere karşı koruyarak vücudun direncini artırmakla, hijyene, kan nakillerine, iğne hijyenine önem vermekle, tek eşlilik yani evlilik kurumuna saygı ile, gıda hijyenine riayet ederek yani tüketilen gıdaların temiz olmasına, yeterli oranda pişmiş olmasına özen göstererek Hepatit enfeksiyonlarına karşı korumuş oluruz. Böyle bir yaşam virüsün tahribatına izin vermeksizin karaciğerin tahrip olması riskini de azaltmış olacaktır.

O halde karşımıza Hepatit C enfeksiyonlarına karşı nasıl korunulması gerektiği ve en önemlisi de nasıl beslenilmesi gerektiği soruları çıkmaktadır.

Vücuda ağız yoluyla alınan gıdalar mide ve bağırsak boşluğundaki enzimlerin ve asitin etkisi ile kendilerini oluşturan daha küçük parçalara ayrıldıktan yani sindirim işleminden sonra kana karışırlar. Kan yolu ile her bir hücreye ulaşmalarını takiben bu hücrelerde oksijenin yardımı ile yakılarak enerji açığa çıkartırlar. Bu olay yani oksidasyon adı verilen bir seri değişimle açığa çıkan enerji sayesinde tüm yaşamsal faaliyetlerimizi yürütürüz. Ancak ne yazık ki oksidasyon neticesinde açığa çıkan sadece enerji değildir. Aynı zamanda yaşlanmaya, kansere, şeker hastalığına, damar sertliğine kadar pek çok hastalığa neden olan ve toksik oksidasyon radikalleri adı verilen iltihap yapıcı zararlı maddeler de açığa çıkmaktadır. İnsanoğlu gıda tükettiği müddetce enerji üreterek yaşamını sürdürebilecek ancak bunu yaparken iltihap yapıcı maddelerin ortaya çıkması ile de yaşlanmaya ve hastalıklara yakalanmaya devam edecektir. İşte bu yüzdendir ki yaşam mutlaka ama mutlaka eninde, sonunda yaşlanma ve hastalığı da beraberinde getirir. Belki oksidasyon sonucunda açığa çıkan bu iltihap yapıcı maddeleri yıkımlayan ve vücuttan uzaklaştıran B ve C gibi antioksidant vitaminler vücudu bu iltihap yapıcı maddelerin zararlı etkilerine karşı koruyabilirler. Ancak sürekli beslendiğimiz, bir şeyler tükettiğimiz ve bunlardan enerji üreterek yaşadığımız dikkate alınırsa, bu oksidant radikal adını verdiğimiz iltihap yapıcı maddelerin de tamamen yok edilmesinin mümkün olmadığı anlaşılır. İltihap yapıcı maddelerin oluşumunu tamamen ortadan kaldırmak için tek yol oksidasyonu durdurmaktır ki bu, kişinin gıda almaması ve enerji üretmemesi anlamına gelir. Bunun da neticesi ölümdür.

O halde oksidasyona enerji üretimi için ve bu enerjiyi kullanarak hayatımızı sürdürmek için mutlaka ihtiyacımız var. Pekiyi oksidasyon sonucunda oluşan iltihap yapıcı maddeleri vücuttan uzaklaştırmak ve vücuttaki biriken miktarlarını azaltmak için yapabileceklerimiz var mıdır? sorusuna gelince ilk cevap, et ve süt ile et ve süt ürünlerinin tüketiminin azaltılmasıdır. Özellikle de otuzlu yaşlardan sonra. Zira yirmili ve otuzlu yaşlara kadar (bireyden bireye genetik farklara bağlı olarak değişmek üzere) birey gelişme döneminde olduğundan ve vücut genç olduğundan, aldığı fazla kolesterol'e belli miktarlara kadar tolerans gösterebilmektedir. Beslenme ve sağlık söz konusu olduğunda, kolesterol sürekli olarak zararlı bir madde olarak gösterilir. Bu son derece yanlıştır. Zira zararlı olan, kolesterol değil, kolesterol fazlasıdır. Belli miktarlara kadar kolesterol'e vücudun daima ihtiyacı vardır. Aksi takdirde bireyin yaşaması mümkün olmaz. Adrenalin hormonunun yapılması, protein sindiriminde etkili olan safra asitlerinin yapılması, kadınlık hormonu östrojen ile erkeklik hormonu testesteron'un yapılması kolesterol ile mümkün olmaktadır. Dolayısı ile kolesterol hayati derece de önemli ve vücudumuz için gereklidir. Ancak kolesterol'ün fazlası damar çeperlerinde birikerek damar sertliği ve tıkanıklığı, beraberinde kalp ve damar hastalığı gibi önemli rahatsızlıklara neden olur. Yirmili, otuzlu yaşlara kadar ki dönemde vücut genç, hormonal metabolizma fazla olduğu için, organizma çok abartılı olmayan kolesterol fazlasını östrojen ve testesteron yapımında kullanabilir. Gene vücut genç olduğundan mide ve bağırsak yani sindirim sistemi de genç olacak, buna bağlı olarak protein sindirimi, protein alımı da yaşlı bir bireyle karşılaştırıldığında çok daha fazla olacaktır. Kolesterol  fazlası, bu artan protein sindirimini karşılayabilmek amacıyla daha fazla safra yapmak için harcanacaktır. Kısaca genç bir bünyede kolesterol fazlası, safra, cinsiyet hormonları ve adrenalin'in üretimi için kullanılabilmekte, bu nedenlede fazlalığından ileri gelen tehlikeler pek söz konusu olmamaktadır. Tabii bu söylediğimiz genel bir kural değildir. Yani kolesterol fazlalığı derken belli miktar fazlalık kastedilmekte, abartılı miktarlar söz konusu olmamaktadır. İşte bu nedenlerden dolayı büyüme ve gelişme dönemlerinde yani otuzlu yaşlara kadar büyüme ve gelişmeyi sağlayan en kaliteli proteinler olan hayvansal proteinleri yani et, süt, balık ve bunların ürünlerini kolesterol tehlikesini çok fazla abartmadan bol miktarlarda almak gerekir. Bol miktarlarda derken abartıya kaçmadan ve de düzenli egsersizi ihmal etmeden. Zira gelişme döneminde büyüme ve gelişmeyi sağlayan en önemli etken spor ve hayvansal protein kombinasyonudur. Bunlardan bir tanesi eksik olduğunda beklenen gelişme ve büyüme elde edilemez. Otuzlu yaşlardan itibaren hayvansal protein alımına daha da dikkat edilmelidir. Zira vücut yaşlanmaya başladığından dolayı mide ve bağırsak sistemi zayıflamış, buna bağlı olarak protein sindirimi ve haliyle safra üretimi de zayıflamıştır. Kolesterol fazlası artık eskisi gibi bol miktarda safra üretiminde kullanılamayacak, bir kısmı kullanılırken bir kısmı damar çeperlerine giderek yapışabilecektir. Gene bu kolesterol'ün fazlası şekere dönüşerek şeker hastalığına neden olabilecektir. Hormonal metabolizma yavaşladığından kolesterol fazlası yeterli oranda cinsiyet hormonlarının üretimi için kullanılamayacak, fazlası hastalık yapıcı bir özellik kazanacaktır. Zaten vücut ta gelişimini tamamladığından dolayı, fazla hayvansal protein alınması gibi bir gereklilikte söz konusu değildir. Böyle bir durumda kolesterol fazlalığından kaçınmak ve bu amaçla mutfağı ve beslenmeyi kontrol altına almak son derece önemlidir. Alınacak hayvansal proteinlerin hayvansal yağ riski yani kolesterol tehlikesi dikkate alınarak protein kaynaklarının  bitkisel proteinlere doğru yönlendirilmesi ve bunun yanında sebze ve meyveye ağırlık verilmesi en doğrusu olacaktır.      

Hayvansal proteinlerin fazla miktarda alımı sadece kolesterol tehlikesi ile değil, aynı zamanda toksik iltihap yapıcı maddelerin oluşumunu artırmasıyla da önemlidir. Yukarıda değinildiği üzere, gıdalar vücuda alınarak kan yoluyla hücrelere taşındığında bu hücrelerde oksijenle yakılarak enerji açığa çıkartmaktadır. Ancak bu enerjinin yanında serbest toksik radikal adını verdiğimiz iltihap yapıcı maddeler de oluşmaktadır. Bu olay yani oksidasyon, tüm gıdaların alımında söz konusu olmaktadır. Yani tüm gıdalar hücrelere kan vasıtası ile taşınmakta, burada oksijenle yanarak enerji ve iltihap yapıcı maddeler açığa çıkartmaktadır. Ancak bazı gıda maddelerinin oksidasyonla iltihap yapıcı maddeleri açığa çıkartma gücü daha fazladır. Bu maddeler süt, et, süt ve et ürünleridir. Bu ürünlerdeki hayvansal proteinler ve yağlar vücutta ileri düzeyde oksidasyona neden olarak fazla miktarda toksik madde yani iltihap yapıcı zararlı maddeler ortaya çıkarmaktadır. Şu anda bu anlatılanların Hepatit C enfeksiyonları ve beslenme ile ne ilgisi olduğunu merak ediyorsanız, bu hayvansal protein ve yağların abartılı şekilde fazla miktarlardaki sürekli alımı ile artan oksidasyona bağlı olarak oluşan fazla miktardaki iltihap yapıcı maddelerin karaciğeri yorması ve dokusunu tahrip etmesindendir. Hepatit C enfeksiyonu sadece virüsün vücuda girmesi ile birdenbire oluşmaz. Daha doğrusu Hepatit C enfeksiyonlarında virüs tek yapıcı etken değildir. Öncesinde fazla hayvansal yağ ve protein alımına bağlı olarak oksidasyonun artması, bunun neticesinde iltihap yapıcı maddelerin fazla miktarlarda oluşarak karaciğeri tahrip etmesi ve zayıf bırakması önemli bir hazırlayıcı faktördür. Karaciğerin bu yıkımlanmasına bağlı olarak bir de bu tahribatı iyice artıran sigara ve alkol kullanımı da karaciğeri iyice zayıf bırakır. Artık dokusu zayıflamış ve tahrip olmuş karaciğere virüs adı verilen küçük canlıların yerleşmesi çok kolaydır. Bu açıklamalardan rahatlıkla anlaşılacağı üzere, tüm diğer hepatit enfeksiyonlarında da geçerli olmak üzere, Hepatit C'de hazırlayıcı etkenler yani bizim Hepatit C enfeksiyonuna yatkın hale gelmemize neden olan etkenler aşağıdaki şekilde sıralanabilir.

 

  ·         Fazla ve sürekli hayvansal kökenli protein ve yağ alımı,

 

·         Alkol kullanımı,

·         Sigara kullanımı,

·         Yetersiz sebze ve meyve tüketimi,

·         Gıda ve bireysel hijyene(temizliğe)dikkat edilmemesi.

O halde Hepatit C enfeksiyonuna yakalandıktan sonra yapılacak çok fazla bir şey olmasa da bu hastalığa yakalanmamak ve bu hastalıktan korunmak için yapılacak çok etkili uygulamalar vardır. Bunları yukarıda ana maddeler halinde sıralamış olduk.

Yukarıdaki koruyucu maddelere ilave olarak kan nakli ve iğne tedavilerinde iğnenin steril olması ve kan naklinin sağlıklı yapılmasının son derece önemli olduğunun altını tekrar çizmek zorundayız.

Hepatit C enfeksiyonlarında hastalığa karşı etkili bir aşı ve hastalığı anında iyileştirip hastayı tedavi edebilecek bir maddenin şu an için mevcut olmadığını söylemek durumundayız. Ancak hastalığa yakalanan birey, aşağıdaki maddeleri yerine getirirse karaciğerin kısa sürede toparlanması ve hastalığı atlatması mümkün olabilmektedir.

·         Alkol, çay, kahve ve sigaranın bırakılması,

·         Hayvansal protein ve yağ tüketiminin kesilmesi,

·         B ve C vitaminleri yönünden zengin olan yeşil yapraklı sebze tüketimine önem verilmesi,

·         C vitamini yönünden zengin greyfurt, portakal, mandalina, limon gibi narenciye meyvelerin tüketimine ağırlık verilmesi,

·         Vücuttaki oksidasyonu ve buna bağlı iltihap yapıcı maddelerin birikimini baskılamak amacıyla Omega 3 tablet kullanımına geçilmesi(şayet aspirin, cumadin, sarmısak tablet, CoenzimQ10 ve Gingko biloba gibi kan sulandırıcı kullanılmıyorsa),

·         Şayet mutlaka hayvansal protein tüketilecekse bu, whey protein veya balık eti olmalı. Özellikle whey proteinler kısmında değinilmiş olduğu üzere whey proteinler yani peynir ve yoğurt suyu proteinleri, tahrip olmuş karaciğer hücreleri çevresindeki glutathione adlı antioksidant maddenin birikmesini engelleyerek karaciğer hücrelerini hem oksidasyona hem de tüm diğer zararlı etkenlere karşı korurlar.

·         Milk thistle: Siroz, sarılık ve diğer hepatit enfeksiyonlarında sıkça kullanılmaya başlanmış bir bitkisel preparattır. Silybum marianum adlı bir bitkiden elde edilmektedir. İçindeki Silymarin adlı etken madde vücutta karaciğeri oksidasyona karşı koruyan antioksidant enzimlerin üretimini artırmaktadır. Ayrıca yeni karaciğer hücrelerinin üreyerek, hasarlı olanlarının yerine geçmesini hızlandırmaktadır. Ancak başka ilaçlarla yan etkileşimleri olabilmektedir. Alkol içermeyen tablet formları piyasada satılmakta olup, mutlaka doktor kontrolünde kullanılmalıdır.

Adenosylmethione: SAM-e olarak ta bilinen protein tabiatında bir maddedir. Whey proteinler gibi glutathione adındaki antioksidant maddenin üretimini artırarak karaciğeri oksidasyona ve ileri yıpranmalara karşı korumaktadır. Antidepresan grubu ve diğer ilaçlarla zıt etkileşimi olabilmektedir. Çarpıntı, endişe, baş ağrısı şeklinde yan etkilerde bulunabilmektedir. Mutlaka doktor kontrolünde kullanılmalıdır.

 

 

 
 
HABERLER
 
Powered by İshak AKINCIOĞLU