Tarihçe   |   Türk Psikologlar Derneği   |   Röportajlar Ana Sayfa  
Psikolog Dr. Nedret Öztan,
Orta Doğu Teknik Üniversitesi

Röportajı yapanlar: Meryem Esma Dağlı, Özden Ocak, Çiğdem Sağır


      Kendinizi kısaca tanıtır mısınız?

      Ben Klinik Psikolog Nedret Öztan. Dil Tarih’ten mezun olduktan sonra MEB’in bursuyla master ve doktora eğitimi almak üzere Amerika’ya gittim. Egitimimi tamamladıktan sonra Amerika’da şizofreniklerle çalıştım, ayrıca bir grup terapisi programından sertifika aldım. Amerika’da 10 yıl kaldıktan sonra Türkiye’ye geri döndüm. Ankara Üniversitesi’nde 2 yıl süreyle ders verdim. Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde de dönem dönem dersler verdim. Halen Bilkent Üniversitesi’nde part-time olarak çalısıyorum, aynı zamanda da Psikolojik Bilimler Enstitüsü’nün koordinatörlügünü yapıyorum. Burada yaptığım işi insanlara ihtiyaç duydukları desteği vermek olarak tanımlıyorum.


      Sizin mesleğe başladığınız günden bu yana, psikoloji alanında ne gibi gelişmeler oldu?

      Ben 1974 yılında mezun olduğumda Psikoloji diye birşey yoktu. Psikoloji birkaç kişinin bildiği ama kendilerine sakladıklari bir bilimdi. Psikolojinin uygulama alanı da olmadığı için ne oldugunu çıkarmak pek mümkün değildi. Ögrenciler de bu bölümü Psikoloji ögretmeni olmak için seçiyorlardı. Oysa bugün insanlar niçin bu bölümde okuduklarının, ne istediklerinin ve ne yapabileceklerinin farkındalar.


      Sizce Psikolojinin bu güne gelmesinde katkısı bulunan önemli kişiler kimlerdir?

      Psikolojiye kimlerin katkısı olduğundan çok kitlelerin katkısından bahsetmek daha doğru olur diye düşünüyorum. İsmi bilinmeyen birçok kişinin bu alanın gelişmesine sundukları katkıyı göz ardı etmemek gerekir. Bu anlamda derneğin çalışmaları son derece önemli bir katkı saglamıştır. Özellikle depremden sonra adımızı bu kadar duyurabilmemiz de böyle bir örgütlülüğün sayesinde oldu.


      Kamusal alandakı, hastanelerdeki psikolog-psikiyatrist ilişkilerindeki gelişmeleri nasil değerlendiriyorsunuz?

      Alanda epeyce bir ilerleme sağlandığını söyleyebilirim. Artık herkes doktorla değil psikologla görüşmek istiyor ama aslında bu durum sorun da yaratıyor çünkü psikolog ve psikiyatristin yaptığı işler birbirinden farklı.

      Yasal anlamda ise hiçbir gelişme yok. 1946’daki yönetmelik neyse o devam ediyor. Biz 1997 yılında yeni yasa hazirlayip Sağlık Bakanlığı’na gönderdik ama ortada bir sonuç yok. Tabii ki bu bir çeliski; bir yandan psikoloğa talep artiyor ama öte yandan henüz ortada net bir rol tanımı yok. Sokaktaki insan da hatta doktorlar bile psikologlara Klinik Psikolog olarak bakıyorlar; oysa ki Psikolojinin birçok alt dalı var. Bu yüzden yasanın çıkması, psikologların rol tanımlarının yapılmasi çok önemli.


      Sizce Psikoloji Bölümü ögrencilerinin ve toplumun Klinik Psikolojiye bakisinda ne gibi degisiklikler oldu?

      Eskiden Psikoloji’ye Felsefe’nin bir bölümü, teorik birşey olarak bakılıyordu. Psikoloji çok üst düzeyde tartışılan, karmaşık, uygulamadan uzak bir bilimdi. İhtiyacımız olan şey Psikoloji bilgisinin sadece bir kesimin anlayabileceği ve yararlanabileceği düzeyden herkesin yararlanabileceği şekilde pratiğe geçirilmesi. Zamanla da bu yönde adımlar atılmakta. Ancak hala uygulamada birtakım eksiklikler var. Psikoloji Bölümü ögrencileri mümkün olduğu kadar uygulamadan uzak tutulmaya çalışılıyor oysa ki Eğitim Fakültesi ögrencileri lisans eğitimleri süresince stajlar yaparak veya çesitli işlerde çalışarak güven kazanıyorlar. Biz ise sadece Klinik Psikoloji alanında master yapan ögrencilere bu şansı tanıyoruz. Eğitim süresi 5 yila uzatılarak bu sorun çözülebilir; böylece öğrenciler daha çok uygulama imkanı bulabilirler. Yapılan pratik uygulamanın çok uzun süreli olması da gerekmiyor. Ders içinde yapılan küçük uygulamalar, örneğin depresyonlu bir kişiyle yapılmış görüşmenin videodan izlenmesi bile okunan onca şeyden daha faydalı olabilir.

      Benim öğrencilik dönemimde biz sadece Freud’u bilirdik. Ben bilişsel-davranışçı tekniğin varlığını Amerika’da ögrendim. Ama şimdi ögrenciler bütün yaklaşımları öğrenebiliyorlar. Ancak uygulamada hangi yaklaşımin bizim kültürümüze daha uygun olduğu araştırılmalı ve tekniklerin Türk kültürüne uyarlanması gerekmektedir. Üniversiteler bilgi üretiyorlar ama bazen üniversite bilginin uygulama alanını unutuyor. Oysa uygulama olmadan ilerlemek mümkün değil; alandaki ilerleme Psikolojinin belli ihtiyaçlara cevap verdiğinin keşfedilmesiyle sağlandı. Üniversiteler bilgi üretmeli ve uygulamada bilginin işe yarayıp yaramadığını araştırmalı. Bilginin var olması tek başına yeterli değildir; bilgi ancak paylaşıldığı ve topluma bir hizmet sundugu zaman faydalıdır.


      Son olarak bize unutamadığınız bir anınızı anlatabilir misiniz?

      Eskişehir’de bir üniversitede İletisim konulu bir seminere katılmıştım. Katılanlar daha çok Tıp doktorlarıydı. Programı hazırlayanlar salonun dolmayacağından kaygılıydılar ama salon tıklım tıklım dolmuştu. Seminer bittikten sonra sorulara geçeceğimi, isteyenlerin çıkabileceğini söyledim. Asağı yukarı kimse salonu terketmedi. Daha sonra dışarıda bir kişi bana çok çok teşekkür ettiğini, ilk kez psikolog oldugu için bu kadar gurur duyduğunu ifade etti.