Tarihçe   |   Türk Psikologlar Derneği   |   Röportajlar Ana Sayfa  
Prof. Dr. Nail Şahin,
Orta Doğu Teknik Üniversitesi

Röportajı yapanlar: Metin Özdemir, Çiğdem Sağır


      Sizin öğrencilik yıllarınız veya alana girdiğiniz dönem ile bugün psikolojinin içinde bulunduğu durumu karşılaştırabilir misiniz?

      Öğrencilik yıllarımda, 60'lı yıllarda, da psikoloji ile çok ilgili öğrenciler vardı. Zaman zaman bir araya gelir psikolojinin durumunu, neler yapabileceğini, üstlenmesi gereken rolü, gelişmesi için neler gerektiğini vs. konuşur, bazı sonuçlara varmaya çalışırdık. Birkaç arkadaş bir araya gelip psikoloji ve psikologlar hakkında insanların neler bildiğini, düşündüğünü öğrenmeye çalıştığımız zamanlar da oldu. Ancak psikoloji, psikolog kimdir dediğimizde insanlardan aldığımız yanıt "haa…" gibi cevaplar oluyordu. Kimse psikolojiyi, ne işe yaradığını bilmiyordu. O vakitler "asabiye mütehassısları", şimdiki adıyla psikiyatristler tanıyordu. Daha sonraları bu durum değişti. Psikoloji eğitimi veren üniversite sayısı arttı. Şehirler büyüdükçe sağlık hizmetlerinin çeşitliliği arttı ve psikologlara ihtiyaç duyulmaya başlandı. Bu süreç içinde de psikoloji ve psikologlar tanınmaya başladı.


      Halbuki psikoloji eğitimi ülkemize ilk olarak 1915'de İstanbul Üniversitesi'nde başlamıştı. Geç kalmış bir gelişme yaşamış olunmuyor mu?

      Psikoloji, esasen Türkiye'de Avrupa ile eşdeğer zamanda fark edilmiştir. Tanzimat döneminde aydınların toplumu, kültürü değiştirme arzuları onların psikolojiye başvurmalarını gerekli kıldı. O dönemde yazılan pek çok psikoloji kitabını çevirdiler. Bunlar çok değerli gelişmeler. Ancak şimdi eski yazıyı bilen olmadığı için kullanılmıyor.

      İstanbul Üniversitesi'nde başlayan psikoloji eğitimi felsefenin içinde verildi bildiğim kadarı ile. Zaten küçük bir zümrenin entelektüel merakıydı ve Avrupa menşeli deneysel psikoloji, Wundt ekolü gelmişti o zamanlar. Bu önemli bir başlangıç, ama çok da değil. Gazi Eğitim Enstitüsü kurulunca ciddi psikoloji eğitimi başlar ülkemizde. Muzaffer Şerif de ilk orada derslerini vermiştir, 40'lı yıllar bunlar. O dönemlerde hala üniversitede psikoloji. Daha sonra alandaki ihtiyaçlarla psikologların iş bulması kolay hae geldi ve kendi işleri ile ilgilenmeye başladılar.

      Derneği kurduğumuz yıllarda tek tek alanda çalışan psikologları bulduk, onların sorunları dinledik. Gördüm ki o zamanlar da aslında bir hayli psikolog istihdam edilmiş çeşitli kurumlarda. Ancak yaptıkları iş ya psikoloji ile doğrudan alakalı değil veya psikolog kadrosunda çalışmıyorlar. İstanbul'da, örneğin 14 yıldır bir hastanede çalışan bir bayan psikologla görüşmüştüm (1974-75 gibi). Yani sağlık kurumlarımıza 1960 da psikologlar girmiş. Ancak maaşlarını yardım sağlık görevlileri kadrosundan, hemşire, laborant gibi, alıyorlar. Kendileri var ama isimleri psikolog değil.


      Bu yavaş gelişimin nedenleri neler olabilir sizce?

      Her şeyden önce meslek bilinci ve örgütlü çalışma çok önemli. Dernek örgütlü çalışma süreci için çok önemli bir adımdı. Ancak bu haline çok zor şartlarda geldi. Maalesef psikologlar psikolojinin bugünkü durumundan suçlular. Bir araya gelip, ortak hareket etme, alana yatırım yapma gibi şeyler sık rastlanılan şeyler değil. Halbuki yapılacak işin çok kaynağın ise az olduğu bir durumda en akılcı çözüm ortak hareket etmek ekip olarak çalışmaktır. Bu anlayış maalesef gelişmemiş. Üniversitelerde akademisyenler kendi odalarına kapanmayı meslekle ilgilenmeye tercih ediyorlar. Bunlar çok yanlış. Kişi isterse odasından çıkmadan da çok şey yapabilir. "Zamanım yok", "yoğunum" gibi mazeretleri ben saçma buluyorum. Telefonla, e-posta ile yapılabilecek o kadar çok şey var ki…


      Mesleki alanda eksiklerin ve problemlerin olduğu ortada. Psikologlar kanunu da hala yok. Bu gelişmelerin içinde bulundunuz ve hala olayları takip ediyorsunuz? Biraz kanun eksikliğinden bahseder misiniz?

      Kanunumuz yok, bu çok büyük bir eksiklik. Dernek artık "meslek oda sı" olmalı ancak kanun olmadığı için, simitçilerin, boyacıların olduğu halde bir meslek odamız yok. Kanun çıktığında da her sorun bitmiyor. İyi, etkin, tarafsız çalışan bir meslek örgütü şart. Ülkemizdeki en önemli sorunlardan bir mesleki denetimin olmaması. Bu işleri oda yapar. Alanda çalışanların belli konularda belli eğitimleri almış olması şart, bu eğitimlerin belli sürelerle de tekrarlanması gerekli ki değişiklikleri takip edebilsin. Ancak özellikle İstanbul'da pek çok serbest çalışan psikolog var ki bunların önemli bir kısmı ehliyetsiz kişiler. Lisans diplomasını alıyor ve gidip bir büroda hasta kabul ediyorlar. Bunların neden olabilecekleri sorunları düşünmek bile istemiyorum. Bazılarının da üniversitede bazı konularda ders alma imkanları olmayabilir. Tüm bu eksikliklerin, kişi alanda çalışacaksa, meslek örgütleri tarafından verilen kurslarla giderilmesi şart.

      Denetim olmak zorunda. Zaman zaman birilerinin akıl almaz işler yaptıklarını öğreniyor ve savcılığa suç duyurusunda bulunuyoruz. Şimdiye kadar yaptığımız başvurularda savcılar baktı; cana, mala zarar gelmiş mi, gasp var mı? Sonra adi suçların hiçbiri yok deyip geçiştirdiler konuyu. Birileri parasını vermiş, konuşmuş, belli bir kanun düzenlemesi ve denetim olmayınca bu tip durumlar problem olarak görülmüyor.


      Üniversitelerde psikoloji eğitimi nasıl? Ne düşünüyorsunuz bu konuda?

      Olması gerektiği gibi olmadığı bir gerçek. Her şeyden önce mezuniyetinin hemen ardından psikolog unvanı verilen öğrencilere alanda çalışmaları için gerekli donanım verilmiyor. Bunun yerine iş olsununa, formaliteden dersler verildiği oluyor. Öğrencilerimiz çok temel bazı testlerin uygulamasını lisans eğitiminde öğrenmek zorundadırlar. Bu temel ihtiyaçların giderilmiyor. Mezun olunca da kendisine avantaj sağlayacak bilgi ve becerilerden mahrum kaldığını görüyor. Bu çok acı bir gerçek. Eğer öğrenci daha donanımlı mezun olsa, daha kolay iş bulur. Sürekli olarak eğitimin gözden geçirilmesi, değişikliklere ve ihtiyaçlara uygun eğitim programları hazırlanmalı.

      Psikoterapi eğitimi 1970'lere kadar yoktu. O vakte kadar bazı hocalar psikodinamik yaklaşımları ders olarak okutuyordu. Daha sonra davranışçı terapiler ders programlarına alındı. Işık Hanım başlattı bunu yanılmıyorsam. Şimdi de yeni akımların, alanların ders programlarına hızla eklenmesi gerekli. Spor psikolojisi, trafik, en önemlilerinden biri sağlık psikolojisi gibi alanlar derslerde okutulmalı.

      Hala ülkemizde yetişkinler için kullanılabilecek bir zeka testi yok. Bunun gibi çok acil ihtiyaç duyulan testlerin uyarlanması veya geliştirilmesi gerekli. Bundan 20 yıl önce WISC-R'ın Türkiye normlarını hazırladık. O zamana kadar Amerikan normlarına göre çocukların zeka seviyelerini tespit ediyorduk. Bakınız ne oldu. Türkiye normlarını oluşturduğumuzda gördük ki, eski normlara göre orta SES'den bir çocuğun zeka düzeyini yıllarca 10-12 puan daha düşük ölçmüşüz. Bu düşük SES'ler için 18 puana kadar çıkıyordu. Yani ortalama zeka seviyesine sahip bir çocuk zeka testi aldığında bu çocuğa "eğitilebilir zeka özürlü" damgası vurduk yıllarca. Şimdilerde ise o normlar eskidi. Yeniden oluşturulmaları gerekiyor. Ancak bu işeri yapmaya gönüllü insan çıkmıyor. Akademisyenler başka konularla ilgileniyorlar.


      Avrupa Birliği'ne eğitim ve mesleki alan olarak hazırlanmamız gerektiği muhakkak. Eğer şu an AB'ye girsek psikoloji ve psikologların durumu ne olurdu?

      Durum son derece vahim olurdu. Her şeyden önce AB'ye girince her meslek alanının birlik standartlarına uyması gerekecek. Mesleki uzmanların serbest dolaşım hakları olacak. Bizimde hem eğitim hem de meslek örgütü olarak buna hazırlanmamamız gerekli. Ancak bu da çok geç kalınmış bir alan.

      Elimizde örnekler var. İtalya, İspanya, kısmen de olsa Yunanistan AB'ye girince pek çok sorunlar, sıkıntılar yaşadılar. Bunarı örnek almak zorundayız. İtalya'da eğitim 4 yıldı. AB İtalyan psikologları psikolog olarak dahi kabul etmedi. Gerekçesi de 4 yılın yeterli olmayacağıydı. İspanya'da aynı durumu yaşadı. Şimdi İtalya'nın çok güzel, detaylı bir meslek kanunu var. Psikologların ne işler yapabileceğinden tutun, eğitimlerine ve hizmet içi kurslara kadar herşey düşünülmüş ve düzenlenmiş. İspanya ise geçiş sürecinde çok büyüm maddi ve uzman desteği aldı. Sürekli olarak alanda çalışan psikologlara kurslar verdiler, 4 yıllık eğitimin üzerine alınması gereken dersler, krediler bu kurslar sayesinden tamamlandı.

      AB'ye girince meslek kanunumuz çıkmak zorunda olacak. Ancak meslek olarak alanımızın çok olumsuz etkilenememesi için şimdiden bazı girişimlerde bulunmak gerekli.


      Üniversitelerde gördüğüm kadarı ile yabancı dergilerde yayın yapma eğilimi var. Bu da Türkçe üretimi azaltıyor. Türk Psikoloji Dergisi'nin uluslararası tarama indekslerine girmesi ile bu durum değişiyor. Bu konuda neler söyleyebilirsiniz?

      Sadece hocalar değil, üniversite idareleri de yabancı yayınları teşvike diyor. Esasen ülkemizde de öyle çok üretim yok. Bir dönem yayınlar sadece akademik terfi geldiğinde düşünülürdü. Akademik terfisi yaklaşanlar alelacele bir şeyler yazar, bir araya gelip, bir dergi, kitap çıkardılar. Kimse bu yazılanları denetlemedi, kalitesini sorgulamadı. Böyle olunca da üniversiteler "yazının yeterliliğini, kalitesini ispatla" dediler. Tabii ki bu mümkün olmadı. Kalitenin en iyi göstergesinin de, bir yere kadar haklı olarak, yabancı dergilerde o makalenin yayınlanabilmesi olduğu görüşü hakim oldu. Bunun haklı tarafı olmasına rağmen fanatik tutumlar da ortay açıktı. Var olan potansiyelin de Türkçe yayın yapması bir ölçüde engellendi. Bölüm başkanı olduğum sırada ODTÜ'ye doktoralarını Amerika'dan almış iki genç araştırmacı başvurdu. Çok uğraştık ama dekanlık yabancı yayınları olmadığı gerekçesiyle her ikisini de reddetti. Şimdi bu kişilerden biri Kanada'da bir enstitünün müdürü. Diğeri de bir başka ülkede hoca. ODTÜ zamanında bu insanları, kalitelerinden emin olmadığı için, geri çevirmişti. Fanatiklik bu dereceye kadar da vardı.

      Kendi dilinde yayın yapmayı küçümsemek müstemleke aydınının kafasına sahip olanlar olduğunu gösteriyor. Türk araştırmacılar her dilde yayın yapsınlar ama anadilde de yayın yapılabileceğinin, Türkçe'nin de bilim dili olabileceğinin kabul edilmesi gerekli.