KKTC TANITIM ANA SAYFA

Kıbrıs Adası

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin Tarihi

Tarih Öncesi Kıbrıs Adası

İlk Çağlarda Kıbrıs

Roma Dönemi

Bizans Dönemi

Haçlılar Dönemi (I.Richard) 

Lüzinyan Dönemi

Venedik

İngiliz Dönemi

Kıbrıs Cumhuriyeti

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti

KKTC Şehirler Tanıtım

Lefkoşa

Gazi Mağusa

Girne

Güzelyurt

İskele-Karpaz

Lefke

Kültür

Doğal Yaşam

Flora

Fauna

KKTC'de Lüzumlu Telefonlar

ODTÜ KKK ANASAYFA

 

 

 

KIBRIS’TA OSMANLI TÜRK DÖNEMİ

 

Osmanlı İmparatorluğu’nun Kıbrıs Adası’na olan ilgisi, Rodos, Girit ve Mısır’ı alıktan sonra başlamıştır. Osmanlı İmparatorluğu Akdeniz’de bu kadar genişlerken Kıbrıs, Osmanlı toprakları arasında kalmış ve stratejik açıdan önemli olan bu adada üslenen korsanların Osmanlı donanmasına ve hacca giden yolcu gemilerine saldırması, adayı yöneten Venediklilerin Osmanlılara düşmanca tutum sergilemesi ve Ortodoks Kıbrıslıların Osmanlılardan yardım istemesi de Osmanlıları Kıbrıs’a yöneltmiştir.[1] Öte yandan zaten Venedik döneminde Osmanlılar Kıbrıs’a düzenli akınlar düzenlemeye başlamış ve Venedik’in adayı ilhak ettiği 1489’da da Osmanlı Donanması Karpaz’a saldırmış, birçok savaş ganimeti ve esir almıştır. Yavuz Sultan Selim’in 1517’de Mısır’ı almasının ardından Kıbrıs, Osmanlı İmparatorluğu için tekrar gündeme gelmiş ve Venediklilerin Memluklulara Kıbrıs için ödediği 8000 dukalık verginin Osmanlılara ödenmesine karar verilmiştir. Kanuni Sultan Süleyman döneminde Venediklilerle yapılan bir antlaşma ile İstanbul’da bulunan Venediklilere yeni haklar verilmesi karşılığında Kıbrıs’tan alınan vergi 10.000 dukaya çıkarılmıştır. Ancak Venedikliler Kıbrıs’ı kaybetme korkusuyla Osmanlılara karşı cephe almışlardır. 1521’de Rodos’un Osmanlılar tarafından alınmasından sonra Venedikliler, Kıbrıs’ı kaybetme korkusuyla Mağusa ve Lefkoşa kalelerinde tahkimat yapmış ve halka yönelik baskılarını sürdürmüşlerdir. Ancak Venediklilerin, Mağusa, Lefkoşa ve Girne’yi tahkim edip diğer şehirleri ihmal etmiş olması bunları Osmanlılar için kolay av haline getirmiş ve Osmanlılar Kıbrıs’a ikinci saldırıyı, 1539’da Limasol’a yapmış ve şehri tahrip etmiştir.[2]

Venediklilerin Osmanlılara karşı ikiyüzlü bir politika takip etmesi ve korsanlarla beraber hareket etmesi ve Kıbrıs’ın Akdeniz’de Osmanlıları tehdit eden bir korsan üssü haline gelmesi Osmanlıların Kıbrıs’ı ele geçirmesi için kışkırtmıştır. II. Selim’in şehzadeliği döneminde ona Mısır’dan gönderilen hediyelere korsanların el koyması, 1563’de Mısır Hazine defterdarının bindiği geminin korsanlarca yağmalanması ve daha birçok yağma, taciz ve saldırı ve adada bulunan Hala Sultan Türbesi’nin güvenliğinin tehdit altında olması üzerine Osmanlılar sefer düzenlemeye karar vermiştir. Sefer sırasında kan dökülmemesi için Venedik’e elçi gönderilmiş ancak elçi tutuklanınca Osmanlılar da kendi topraklarında bulunan Venedikli konsolos ve maiyetini ve Venedikli tüccarları tutuklamıştır.[3] Osmanlılar, 1570 yılında Venediklilere Kıbrıs’ı kendilerine verme konusunda girişimde bulunmuş ancak ret edilince bu defa adayı ele geçirmek için akınlara girişmiştir. Lala Mustafa Paşa’nın komutası altında atlı ve yaya 60.000 kişiden oluşan Osmanlı Ordusu, karşılarında bir ordu ile savaşmadan 2 Temmuz 1570’de Limasol’a çıkmıştır. 3 Temmuz’da Tuzla’nın alınmasından sonra Osmanlı Ordusu Lefkoşa’yı kuşatmak üzere harekete geçmiş ve 9 Eylül 1570’de de Lefkoşa’yı almıştır. Osmanlı Ordusu’nun seferlerinde ada halkının desteği önemli yarar sağlamış ve Lala Mustafa Paşa’nın tek bir ateş açmadan Girne’yi ele geçirmesinde yardımcı olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu da bu yardımı, daha sonra ada halkını bir ölçüde özerk bırakacak kararlar alarak ödüllendirmiştir. Girne’den sonra diğer şehirleri ele geçirmek için harekete geçen Osmanlı Ordusu, Mağusa’da direnişle karşılaşmış, Eylül 1570’de başlayan direniş, 4 Ağustos 1571’de Mağusa Kale komutanı Bragadino’nun 5 maddelik bir antlaşmayla kaleyi teslim etmesiyle sona ermiştir.[4]

 

Mağusa’nın düşmesi aynı zamanda Osmanlıların yani Türklerin Kıbrıs’taki egemenliğinin başlangıcı olmuştur. Osmanlı Sultanı, Kıbrıs seferi sırasında diğer ülkelerin müdahale etmemesi için siyasi ve askeri girişimlerde bulunmuş ve 1568’de Avusturya ile sekiz yıl sürecek bir barış antlaşması, 1569’da Fransa ile II. Kapitülasyon antlaşması ve 1570’te Rusya ile barış antlaşması yapmıştır. Ayrıca donanmasını güçlendirecek tedbirler almıştır.[5] Ancak Kıbrıs Seferi’nin ardından Venedikliler de Avrupalı devletlerden Osmanlılara karşı destek almak için harekete geçmiş ve Papalık, Venedik ve İspanya’nın desteğini elde etmiştir. Malta Şövalyeleri, Sicilya Krallığı, Ceneviz Cumhuriyeti ve Sava Dukalığı’nın birer gemileriyle katılımıyla oluşan Papalık Donanması, Osmanlı Donanması’na saldırmış ve Lepanto (İnebahtı)’da yenilgiye uğratmıştır. Ancak, Osmanlı Donanması’nın bu yenilgisine rağmen Kıbrıs Adası, 1571’de Osmanlı egemenliği altına girmiştir.[6]

Osmanlılar adada egemenlik kurduktan, adadaki yaşamı hem genel Osmanlı sistemine hem de adadaki yapıya göre düzenlemiştir. Bir yandan idari yapıyı oluştururken bir yandan da Anadolu’dan Kıbrıs’a Türkler yerleştirilmiştir. Osmanlının adaya egemen olmasından sonra adada yaşayan Latinlerin birçoğu ya sefer sırasında öldürülmüş ya da adayı terk etmiş ve adada en az 76 köy veya çiftlik ile şehir merkezlerinde birçok yerleşim yeri boşalmıştır. Adaya Türk nüfusu olarak önce Osmanlı Ordusu’nun mensupları aileleri ile birlikte yerleşmiş ve toprak sahibi olmuştur. Ardından boş kalan yerlere özellikle Anadolu’dan Türkler getirilmiştir. 1572 yılından itibaren başlayan Osmanlı iskân politikası 1689’da sona ermiştir. Genelde İç Anadolu’dan önce istekliler sonra da afete uğrayanlar getirilmiştir. Örneğin Konya’ya bağlı Akşehir sancağında çıkan yangın felaketi sonucu 130 hane yanmış ve evsiz ve işsiz kalan insanlar Kıbrıs’a yerleştirilmiştir. Belgelere göre Aksaray, Beyşehir, Seydişehir, Anduğı (Niğde-Altunhisar), Develi hisar, Ürgüp, Koçhisar, Niğde, Bor, Ilgın, İshaklı ve Akşehir’den toplam 1689 aile 1572’de Kıbrıs’a gönderilmiştir.[7] Ayrıca, Anadolu diğer vilayetleri ile ve Suriye vilayetlerinden isteyenler ve Toroslar’dan da Yörükler Kıbrıs’a getirilmiştir. Osmanlı yönetimi adaya özellikle meslek sahibi olan insanları göndermiş ve bunları üç yıl vergiden muaf tutmuştur. 1689 yılında adada 30000 Türk olduğu tahmin edilmektedir.[8] Osmanlılar adaya Türk olmayan Osmanlı tebaasını da göndermiştir. İlk yerleştirmelerde 2 Ermeni aile de kayıtlarda yer almıştır. Lefkoşa ve Mağusa kalelerinin içindeki meslek erbabı olmayan Rumlar çıkarılmış yerine güvenlik sağlamak amacıyla Türkler yerleştirilmiştir. Rumlar da kalenin hemen dışındaki mahallere yerleştirilmiştir. Lefkoşa da 31 mahalle olduğunu yazan Osmanlı belgelerinde Lefkoşa’nın iki mahallesinde Ermeni nüfusun çokluğuna rastlanmıştır. Bu mahalleler Ermiyan ve Karaman mahalleridir.[9] 1570’den sonra adadaki nüfus yapısı, adada hiç bitmeyen veba salgınları, kuraklıklar, kıtlık ve çekirge istilaları gibi doğal afetlerden yüzünden sürekli değişmiştir. Osmanlı yönetimi aldıktan sonra yapılan sayımda adadaki erkek nüfus sayısı 120.000 olarak tespit edilmiştir. Ada karşılıklı olarak Anadolu ve Suriye’den göç alıp göç vermiştir. Bu göçlerde hemen hemen tüm milletler yer almıştır.[10]

Osmanlı döneminde idari yapıda Lefkoşa merkez olmak üzere Kıbrıs, Beylerbeyilik statüsünde kabul edilerek Avlonya Sancaktarı Muzaffer Paşa, Beylerbeyi olarak atanmıştır. Baf, Mağusa, Girne sancak olarak düzenlenmiş ve Beylerbeyiliğin gelişmesi için Alâiye, Tarsus, İçil, Zülkadiriye ve Sis sancakları Kıbrıs’a bağlanmıştır. Adada, Kıbrıs Kanunnamesi hazırlanıncaya kadar Karaman Vilayeti Kanunnamesi uygulanmıştır.[11] Lala Mustafa Paşa’nın Kıbrıs’tan ayrılmasından sonra adada kalan 3779 asker, orada kalmaları için toprak verilerek özendirilmiştir. Askerler dışında defterdar, kadı, tezkireci gibi kamu görevlileri de aileleri ile birlikte adaya gönderilmiştir. Adada Lefkoşa merkez olmak üzere ada Tuzla (Engomi), Limasol, Piskobu(Yalova), Gilan, Evdim(Düzkaya), Magosa (Mağusa), Karpas, Dağ, Değirmenlik(Kythrea), Baf, Kukla (Kouklia-Köprülü), Hırsofi, Omorfa (Küçük Kaymaklı), Mesarye ve Girne’den oluşan 16 kazaya ayrılmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun Kıbrıs üzerindeki hâkimiyeti, 1878’de adanın İngilizlere kiralanması ile başlayan süreçte zayıflamış ve I.Dünya Savaşı’nda 1914 yılında Osmanlı İmparatorluğu İttifak devletleri yanında savaşa girince İngiltere’nin ilhakı ile zoraki olarak sona ermiştir. Osmanlıların egemenliği döneminde Kıbrıs halkı neredeyse özerk bir şekilde rahat yaşamıştır. Beylerbeyilik döneminde Divan adı altında bütün toplumların temsilcilerinden temsilciler yer alır ve onların aldıkları karar da Padişaha iletilir ve o da onaylarsa hüküm haline gelirdi. 1670’de Beylerbeyilik statüsü Girit Savaşı sebebiyle devletin gelirleri düşünce iptal edilip Kaptan Paşalığa bağlanmasıyla Kaptan Paşa’nın atadığı bir Müsellim aracılığıyla yönetildiği dönemde sorun çıktı. Bu sorunun temelinde vergileri toplayan ağaların rekabet ve haksızlıkları halk arasında huzursuzluğa yol açtı ve onların şikâyetleri ile onlardan bu yetki alındı.

Osmanlı Dönemi eserlerinden Gazi Mağusa'daki Lala Paşa Camisi'nin iç kısmından bir görünüm

 

Bunun üzerine Vezir-i Azam(Baş vezir-Başbakan)’a Has olarak verilen Kıbrıs, Vezir-i Azam tarafından atanan Muhassıl ile yönetildi. Bu da etkili olmayınca 1745 yılında Kıbrıs 3 tuğlu paşalık statüsü ile Ebubekir Paşa tarafından yönetildi ve bağımsız bir il oldu. Ancak bu da başarılı olmayınca 1748’de yeniden Baş Vezir’in hassı olarak kaldı. Ancak bu da vergi sistemi ile sorunlara yol açınca 1785’te Divan-ı Hümayun tarafından yönetilmesine karar verildi ve adaya Muhassıl atandı. Bu dönemde Rum piskoposların gücü arttı çünkü onlara müsellimlere tanınan ayrıcalıklar tanındı ve Hıristiyan halkın vergilerini saptama ve toplama işi onlara verilmişti. 1839 yılında Tanzimat Fermanı sonrası yeniden Cezâyir-i Bahr-i Sefîd eyaletine bağlı bir sancağa dönüştürülmüş ve kaymakam unvanıyla bir mutasarrıf atanmıştır. Bu dönemde Tanzimat reformlarının uygulanabilmesi için Divan-ı Hümayun’da Kıbrıs’taki toplum temsilcileri ile temsil edilmesine karar verildi. Divan üyelerinin 4’ü Türk, 2 Ortodoks Rum, 1’i Maronit ve 1 tanesi de Ermeni idi. Ancak 1861’de Kıbrıs, Cezâyir-i Bahr-i Sefîd eyaletinden ayrılarak İstanbul’a bağlı bir mutasarrıflık olarak statüsü değiştirildi. 1868’de ise Kıbrıs vilayet sistemine göre Çanakkale Vilayetine bağlı bir mutasarrıflık oldu. Uzaktan yönetilmesi sorun olunca ada halkı temsilcilerinin şikâyeti üzerine 1870’de Kıbrıs yeniden bağımsız bir mutasarrıflık yapıldı ve 1878’de İngilizlere kiralanıncaya kadar da öyle kaldı.[12] Bu dönemde Kıbrıs’ı yöneten Meclis-i Kebir (Büyük Meclis) dışındaki adada köylerden kasabaya kadar her yönetim biriminde oluşturulan meclislerde (Meclis-i İdare) eşit katılıma önem verilmişti. Bu meclislerde Türkler, Rumlar ve diğer etnik ve dini grupların ayrı ayrı ve kendi toplum bireyleri arasından seçtikleri temsilcileri yer almış ve temsilci seçimlerine yönetimden ya da diğer etnik ve dini gruptan müdahale olmamıştır. Bu serbestlik aynı zamanda Kıbrıs’ta toplumlararası siyasi eşitliği de getirmişti. Ayrıca mahkemeler ve belediyelerde de eşit sayıda üye ile yönetilmişti. Bu sistem İngilizler tarafından 1878 sonrasında da sürdürülmeye çalışılmış ama ENOSİS talepleriyle İngilizler her kararı kendileri almayı tercih etmişlerdi. Örneğin, İngilizlerin Yasama Meclisi’ne 4 İngiliz, 1 Türk, 1 Rum ve 1 İtalyan atadıkları zaman Rumlar çok büyük beklentiler içinde oldukları İngilizlerin bu kararı ile hayal kırıklığına uğramışlardı.[13]

Osmanlı egemenliği döneminde Kıbrıs’ta Lüzinyanlarla birlikte başlayan feodal sistem kaldırılmış ve serfler serbest bırakılıp toprak sahibi olmalarına ve kendi topraklarında çalışmalarına müsaade edilmiştir.[14] Ada halkının Lüzinyan ve Venedik döneminde maruz kaldığı dinsel baskı, Osmanlı döneminde olmamıştır. Yüzyıllarca yabancı yöneticiler tarafından yönetilen Ortodoks Kıbrıs halkı, sadece Osmanlı döneminde gerçek bir bütünlük elde edebilmiş ve bu da imparatorluğun genelinde uygulanan toplumun üç kutsal kitabın inananlarına düzenlendiği “millet” sisteminin Kıbrıs’ta da uygulanması ile mümkün olabilmiştir. Osmanlı yönetimi adada yaşayan Hıristiyanlara önceki dönemlerde tanınmayan haklar tanınmıştır. Onlara toprak edinebilme hakkı verilmiş, devlete haftada 2 gün çalışma zorunluluğu(Venedik uygulaması) kaldırılmış, Rumca da resmi dil kabul edilerek, devlet dairesinde konuşma ve yazışmanın Rumca yapılmasına müsaade edilmiş, Rumlara eşit vatandaşlık hakkı ve Rumca eğitim hakkı verilmiştir. Osmanlı döneminde önce bahsedildiği gibi Kıbrıs’a has ve eşitlikçi bir uygulama getirilmiş ada halkı daha önce elde etmediği yönetimde eşit katılıma sahip olmuştur. En küçük yerleşim biriminden şehirlere kadar oluşturulan meclislerde daha önce bahsedildiği gibi Hıristiyan toplum Müslümanlar kadar temsil hakkı kazanmıştır.[15] Osmanlı döneminde, Hıristiyanların ev, dükkân ve bahçeleri kendi mülkleri kabul edilmiş ve arazi sultanın şahsi malı olmakla birlikte reayanın bu toprakları işlemesine ve toprak gelirinden bir bölümünü vergi ödemekle yükümlü kılınmıştır.[16]Osmanlılar, Müslümanlık anlayışını zorla kabul ettirmek yerine Kıbrıs halkına Sultanın isteklerini yerine getirmeleri karşılığında bir derece özerklik tanımıştır. Millet sisteminin uygulanmasıyla Kıbrıs Kilisesi otoritesini yeniden kurmuş ve başına Kıbrıslı Rum lider, yani başkan(ethnarch) atamıştır. Kendi dindaşlarının yaşadığı bölgelerin yönetimi ve vergilerin toplanması bu kilisenin sorumluluğu altına verilmiş, Ruhani liderin dinî hükümleri ve faaliyetlerine imparatorluk yönetimi gerekmedikçe karışmamıştır. Hatta 1575’de Osmanlı yönetimi, Kıbrıs Kilisesi’nin Başpiskopos’u ve 3 piskoposunun makamlarına dönmesine izin vermiştir. Özerk Kıbrıs Kilisesi, feodaller yerine adada yaşayan bütün Hıristiyanların siyasi ve mali açıdan yöneterek aynı zamanda düzenin sağlanmasında yardımcı olmuşlardır.[17] Osmanlı Yönetimi altında Kıbrıs’ta huzur ve güvenlik sağlanınca bu üretim ve ekonomiyi de güçlendirmiştir. Osmanlı yönetimi altında Kıbrıs’ta özelikle vergi tahsildarlarının uygulamalarına karşı çıkan isyanların dışında Kıbrıslıların Osmanlı İmparatorluğu’na karşı büyük bir tepkisi olmamıştır. Hatta Osmanlı egemenliği döneminde Kıbrıs’ın, 19.yüzyıla kadar imparatorluğun sakin yerlerinden biri olduğu belirtilir. Ancak 19.yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun başta Rusya’nın Balkanlar ve Doğu Anadolu bölgesindeki müdahaleleri, milliyetçilik ideolojisinin Türk olmayan Osmanlı unsurları arasında yol açtığı ayaklanmalar ve ekonomik problemler, imparatorluğu zayıflatınca bu durum Kıbrıs’a da yansımıştır. Uzun bir dönem sakin olan Kıbrıs, 19.yüzyılda milliyetçilik ideolojisi hareketlenmiştir. Kıbrıslı Rumlar, uzun yıllar Frenk ve Türk egemenliği altında kalan ve bağımsızlık için herhangi bir girişim de Kıbrıslı Rumlar, kendi soydaşları kabul ettiği Yunanlılarla olan din, dil ve kültür bağından dolayı Yunanistan ile birleşmek istemiştir. 19.yüzyılın ortalarından itibaren Yunanistan ile ona ait olduğu düşünülen bütün toprakların birleştirme fikri yani ENOSİS, eğitimli Kıbrıslı Rumlar arasında yayılmaya başlamıştır. Böylece adadaki Rumların Osmanlı yönetimine karşı ilk siyasi tepkileri, 1820’lerden sonra özellikle Yunanistan’da başlayan milliyetçilik ayaklanmalarının Kıbrıs’ta Rumlar tarafından desteklenmesi ile başlamıştır. ENOSİS ideolojisi ya da mücadelesi, Yunanistan’dan gelen öğretmenlerin ve Ortodoks Rum kiliselerinin toplum üzerinde uyguladıkları propaganda ile yaygınlaşmıştır. Bu ideolojinin temeli de, Rigos Ferreros’un 1796’da çizdiği ve eski Bizans İmparatorluğu’nun canlandırılması ve eski sınırlarına kavuşmasını hedefleyen büyük ideal anlamına gelen Megali Idea ile atılmış ve 1821’deki Yunan ayaklanması da bu amaçla başlamıştır. Filiki Eteria örgütü de Megali Idea’nın öncüsü ve yürütücüsü olmuş ve Başpiskopos Kiprianos önderliğinde başlayan ayaklanma girişimleriyle başlatılmıştır. Eğitim görmüş Rumların adada Yunan milliyetçiliğini geliştirmek için gizli çalışmaları ve Yunan bayrağı altına sokmak ve onunla birleştirmek fikri, Türk yöneticiler ve Kıbrıslı Rumlar arasında soruna yol açmıştır. Osmanlı yönetimi tarafından yüzyıllarca ihmal edilmiş olmak, birçok insanın bitmeyen yoksulluğu ve vergi tahsildarlarının uygulamaları, adadaki Hıristiyanların milliyetçilik özellikle Yunan Milliyetçiliği duygularının beslenmesinde tetikleyici olmuştur.[18] Kıbrıslı Rumların Yunanistan ile birleşmek yönündeki mücadeleleri sadece Osmanlı ile sınırlı kalmamış, Sultan II. Abdülhamit’in Kıbrıs’ı İngilizlere kiralamayı kabul etmesinden sonra da devam etmiştir.

Osmanlılar Kıbrıs’ı yönettikleri dönemde adanın gelişmesi için her türlü katkıyı yapmışlar ve önemli eserler bırakmışlardır. Osmanlı döneminde tarım önemli bir gelir kaynağı olarak değerlendirilmiş ve ada halkı tarım gelirlerinin artmasıyla refah elde etmiştir. Osmanlı yönetimi adada tarımın geliştirilmesi için her türlü kolaylığı ve desteği sağlamış ve hatta adaya geri dönecek Kıbrıslılara 1–2 yıl vergiden muafiyet de tanınmıştır. Adada, tahıldan, adaya has sebze ve meyve yetiştirilmiştir. Öte yandan Pamuk gibi önemli bir ürün hem adanın ihtiyacını karşılamak için üretilmiş hem de İtalya gibi pazarlara satılmıştır. Ayrıca terementi, kolsist, skamoni gibi adada yetişen otlardan ilaç yapımında kullanılmak üzere faydalanılmıştır. Adada yetişen ve üretilen her şey Akdeniz ve çevresine pazarlanmıştır. Örneğin adada yetişen Lizari yani kökboyası (madder) gibi bitkiler Fransa’ya ve üretilen şaraplar Venedik’e satılmıştır.[19] Tarım ve diğer alanlarda üretime engel olan çekirge gibi zararlı şeylerle de mücadele edilmiştir. Örneğin 1862’de adaya Vali olarak atanan şair ve devlet adamı Ziya Paşa -ki kendisi Genç Osmanlılar Cemiyeti’nin kurucularından biridir- çekirgelerle mücadele etmiş ve başarılı olmuştur.[20] Adada bayındırlık işlerine de önem verilmiştir. Örneğin Ebubekir Paşa döneminde Larnaka’ya su kemerleri inşa edilerek 12 km uzaklıktaki Arpera köyü’nden su getirilmiştir. Adada şehirlerde halkın kullanımı için çeşmeler yapılmıştır.[21] Ayrıca Lefkoşa ve Larnaka arasında yol Türkler tarafından yapılmıştır. Bu yol dışında adanın diğer bölgelerinde yollar ve köprüler yapılmış ve hatta Pedias Deresi(Kanlı Dere)’nin yolu değiştirilmiş ve Lefkoşa su baskınlarından kurtarılmış ve Mesarya Ovası’nın tarıma ve üretime uygun hale getirilmesi Türkler yönetimi döneminde yapılmıştır.[22]

Osmanlılar, egemen oldukları dönemde Kıbrıs’ın her alanda kalkınmasına destek verdikleri gibi adada cami, tekke, hamam, çeşme ve çeşitli kamu binaları da yapmışlardır. Bugün Kıbrıs’ın ikiye bölünmüş yapısı içinde bu eserlerin bir bölümü Kuzey Kıbrıs bir bölümü ise Güney Kıbrıs’ta kalmıştır. Osmanlı döneminden Kuzey Kıbrıs’ta kalan eserler Lefkoşa, Girne, Lapta ve Lefke’de yer alırken Güney Kıbrıs’taki eserler de Güney Kıbrıs’a ait Lefkoşa(Nicosia), Larnaka, Limasol, Baf ve Dali’de bulunmaktadır. Kuzey Kıbrıs’taki eserler Lefkoşa’da, oranın alınması sırasında kale burçlarına Türk bayrağını dikerken şehit edilen asker anısına 1754’te yapılan Bayraktar Cami, 14.yüzyıl Latin kilisesi yıkılarak yerine yapılan Yeni Cami, Kıbrıs’ın alınmasında görev yapan Arap Ahmet Paşa’nın yaptırdığı Arap Ahmet Camisi, Turunçlu Cami, İplik Pazarı Camisi, Laleli Cami ve Çeşmesi, Peristerona (Cengiz köy)’da bulunan Peristerona Camisi, Kırklar Tekkesi, Mevlevi Tekkesi, Büyük Han, Kumarcılar Hanı, Büyük Hamam, Korkut Hamamı, Ali Ruhi Çeşmesi (Küçük Medrese Çeşmesi), Büyük Medrese Çeşmesi; Lefke’de Piri Paşa Camisi; Lapta’da bulunan Seyid Mehmet Ağa Camisi; Girne’de Ağa Cafer Paşa Camisi, İskele Çeşmesi, Kavizade Hüseyin Efendi Çeşmesi; Gazi Mağusa’da Kutup Osman Tekkesi, Cafer Paşa Hamamı ve Çeşmesi, Kızıl Hamam, Kertikli Hamam’dır.

Güney Kıbrıs’ta olan Türk eserleri ise Lefkoşa’nın Rum kesimindeki Tahtakale Cami ve Ömeriye Hamamı; Larnaka’da Dali’de (Lefkoşa’nın 15 km güneyinde tarihi İdalion şehri) bulunan Ziya Paşa Camisi, Cami-i Kebir (Ulu Cami) ve Çeşmesi, Turabi Tekke ve Türbesi,Ümmü Haram Türbesi-Hala Sultan (İslam komutanı Ubad bin Al Samita’nın eşi ve Hz. Muhammed’in süt halası), Zuhuri Tekke ve Camisi ve Hacı Hamit Bey Çeşmesi; Limasol’da Cami-i Kebir (Ulu Cami), Köprülü İbrahim Ağa Camisi (Dere Camisi), Arnavut Cami ve Çeşmesi, Hamam-ı Cedit ve Osmanlı Çeşmesi ve Baf’ta yer alan Aşağı Cami, Mehmet Ebu Bekir Hamamı ve Osmanlı Çeşmesi’dir.[23]

Osmanlı çeşme mimarisinden güzel bir örnek Lefkoşa'daki Yeni Cami Çeşmesi.

 

 

 

KAYNAKLAR


[1] Ahmet C.Gazioğlu, Kıbrıs Türk Tarihi, Türk Dönemi 1570–1878, Lefkoşa; Kıbrıs Araştırma ve Yayın Merkezi, 1994, s.10–11.

[2] Gazioğlu, a.g.e., s.12–15.

[3] A.g.e., s.19–32.

[4] A.g.e., s.35–83.

[5] Osmanlı İdaresinde Kıbrıs (Nüfusu, Arazi Dağılımı ve Türk Vakıflar), Ankara; Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, 2000, s.16.

[6] Gazioğlu, a.g.e., s.91–95.

[7] Osmanlı İdaresinde Kıbrıs, s.18; Gazioğlu, a.g.e., s.100–118.

[8] Gazioğlu, a.g.e., s.108.

[9] Osmanlı İdaresinde Kıbrıs, s.3–4.

[10] Osmanlı İdaresinde Kıbrıs, s.28–29; Gazioğlu, a.g.e., s.172–177.

[11] Osmanlı İdaresinde Kıbrıs, s.17; Gazioğlu, a.g.e., s.100–117,123.

[12] Gazioğlu, a.g.e., s.123–127.

[13] A.g.e., s.128–135.

[14] A.g.e., s.219–239.

[15] A.g.e, s.105, 109, 129–147; 261–291.

[16] A.g.e, s.219–239.

[17] A.g.e., s.382–383, 385.

[18] A.g.e., s.342–359, 363.

[19] A.g.e., s.167–172.

[20] A.g.e., s.172–177.

[21] A.g.e., s.178–179.

[22] A.g.e., s.179–181.

[23] A.g.e., s.395–425.